Bismillahirrahmanirrahim.
Ehli irfan arasında aradım kıldım talep
Her hüner makbul imiş illa edep illa edep
Osmanlı Türkçe’sini bilenlerimiz, birtakım eski hat levhalarına bakarak atalarımızın hangi düsturlar çerçevesinde bir hayat felsefesine sahip olduklarını az çok kestirebilirler. Eskiden evlerin, resmî dairelerin, ibadethanelerin ve insan ayağı basan pek çok mekânın duvarları, bu tür levhalardan en az birkaç tanesiyle tezyin edilmiş olur ve en dikkatsiz nazarları bile kendine celp edecek süslere, tezhiplere, bezemelere, işlemelere sahip bulunurlar imiş. Bunlardan birisi de “Edep ya Hû!” ibaresidir.
En fazla talik ya da celi sülüs hat ile yazılan bu ibare, aslen tarikat adabına mugayir bir hareketi sadır olan dervişe hitaben, mürşit ağzından dökülür. Ancak zamanla yalnızca tasavvuf çevreleriyle sınırlı kalmayıp bütün bir Türk-İslam kültürünü kaplayacak şekilde şöhret bulmuş, yaygınlaşmıştır. Bu bakımdan tasavvufî mekanların haricinde dahi Edep ya Hu’lara rastlamak mümkündür. “Edep ya Hû!” hatlarının üstat hattatlar ellerinde çeşitli istiflere bürünen şekillerinden en yaygın olanı bir Meslevî sikkesini sembolize eden şeklidir.
Bilgeler, meclisinde kendine uygun bir hüner arayan kişinin her hünerden daha çok edebi makbul sayması, sufîlerin toplum vicdanına ne derecelerde tesir ettiğinin de delilidir. İslam, elbette bir edep dinidir; ancak tasavvufta edebin apayrı bir yeri vardır. Tarikat edebinin her kademesinde edep ön plandadır. Sufî, canlı olsun cansız olsun –ki onlara göre her yaratılmışın canı olduğu farz edilir- her şeye ve herkese karşı edebini korumak zorundadır.
Kapının çarpılmadan yavaşça örtülmesi bir edeptir. “Kapıyı kapat” denilemez (Allah kimsenin kapısını kapatmasın); belki kapıyı ört, yahut sırla denilebilir. “Lambayı (mumu, ışığı) söndür” denilemez (Allah kimsenin ışığını söndürmesin); lambayı dinlendir denilir. Keza lamba yakılmaz, ancak uyandırılabilir.
Birisi konuşurken sözünü kesmek, gizli konuşmak, mecliste fısıltı ile lâkırdı etmek, işaret ve işmar etmek, vs. hep edebe aykırı davranışlardır.
Gezerken yere, ayağın sesi duyulmayacak derecede yumuşak basılmalıdır.
Kapıdan çıkılırken arkasını dönmek edepsizliktir. Kapı eşiğindeki ayakkabılar dışarıya değil (zira bunun manası “git, bir daha gelme” demektir), içeriye doğru çevrilir.
Uyuyan birini uyandırmak için onu sarsmak, yahut adını ünlemek abestir. Bunun yerine yastığına parmak uçlarıyla vurulup hafif sesle “Agâh ol erenler!” denilir. Uyuyan kişinin de yataktan kalkarken yastığını öpüp yorganıyla görüşmesi (görüşmek, tasavvuf tabiratındandır ve öpmek, yahut öpermiş gibi dudağa değdirmek manalarına gelir) bir edep kaidesidir. Bir şey alınıp verilirken keza aynı kaide geçerlidir.
Yemek yiyenin ağzını şapırdatması, ağızda lokma varken konuşması, kahveyi, çayı höpürdeterek içmesi, fincanı yahut bardağı ses çıkartarak tabağa koyması; yahut sofrada kaşık ve çataldan ses çıkartması edep harici hareketlerdendir.
Bütün bunlara günlük hayatın adabımuaşeret kaideleri arasına girmiş yüzlerce düsturu ilave edebilirsiniz.
“Edebi edepsizden öğren” atalar sözü, ibret alma hasletinin telkininden ibarettir. “Eline, beline, diline” düsturu ise hakikat yolcusunun kendine ait olmayan bir şeyi almaması, uygunsuz kelâm söylememesi ve kimsenin namusuna halel getirmemesi demektir. Zaten edep kelimesi de e (eline), de (diline) ve b (beline) harflerinden müteşekkildir ve tam manasıyla insanın uyması gereken düsturların remzidir. Erenlerin “Elin tek, dilin pek, belin berk tut!” demesi de bunun dervişçesidir.
Söz konusu tasavvufi edebin dışında, hayatın her kademesi bir edebe vabestedir. Yeme içmeden, giyim kuşama, hâlden kâle, hükümet etmeden siyasete, nefes almadan ölüme, her şeyin bir edebi vardır. Günümüzde, bu edebi gösterebilecek ALPERENlere ihtiyaç vardır. Yoksa insana “Edep yahu” derler!...
İskender PALA- İki Dirhem Bir Çekirdek
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder